Kum taneleri
- Mehmet Kaan İLDİZ
- May 8, 2019
- 1 min read

Şimdi ruhumu teslim etmek zorunda olduğum için kime sinirleneceğim? Hiç kimseye. Kızamam, itiraz edemem, haykıramam, karşılık veremem... Yanıt veremeyecek kadar kabullendiğim bir hayatı izliyorum. İzlediklerim ruhuma dokunamıyor, ruhuma acıyorum. Gördüklerini hissedemediği için üşüyor, ürperişlerinin anlamını veremiyor. Zaten anlam verse ne olacak? Sadece ona has bir tanım bulsa kime erişecek? Kendine erişecek, evet kendine. Bir şeyler açıklarken sadece kendine erişebilirsin. Ötesini beklemiyordum. Sahi ben neyi bekliyordum? Başladığım gerekçemi beni bu yolda yalnız bırakacağını öylesine iyi biliyordum ki yaşadığım tüm kırgınlıkları önceden yaşayacağımı bildiğim için mutlu oldum. Bu mutlulukla ne yaptım? Hiçbir şey yapmadım. Devamlı yağmur yağan ve dalga gören bir sahilde sapasağlam kumdan bir kale inşa etmeye çalıştım. Kumları ellerimle gücüm yettiği kadar sıktım. Ben sıktıkça kumlar istediğim şekile girdi, sonra kısa sürede bozuldu. Avucumun içinde kum tanelerini gezdirmeyi öürendiğimde ne tekrar kale yapacak gücüm vardı ne de yağmur durmuştu. Yağmuru bahane etmeyi kumların üzerine kendimi siper edince bıraktım. Yağmurun bir kısmını üzerimde taşıdım, bir kısmını saçlarımda tuttum. En nihayetinde kendime kuru bir alan oluşturdum. İstediğim şekili be nesneyi bedenimin ıslaklığını aldırış etmeden yaptım. Yaptığım şekiller konuşmaya başladı, dillerini anlayamadım. İlk önce şekillerini ifade ediyorlar sandım. Öyle değilmiş. Kendimi anlatamamaktan yorulan şekiller kendi yapısını bozdu ve bir kelime oluşturdu. "Git" yazdılar. Şaşıramadım. Hayattan hiçbir şey beklememenin en büyük cezasıyla yüzleştim. Ağırca ayağa kalktım. Dalgaların az olduğu yeni kumsallara yürüdüm ve ayaklarımda şeklini hiçbir zaman hatırlayamayacağım ve bana devamlı "Git" diyen kum taneleri vardı.